Röportaj

Çılgın bir kadının hazin hikayesi

Gerçekten çılgın cesareti var onda. Önce tiyatro bölümünde okuyor. Ama tiyatrocu olacağına gidip gazetecilik yapıyor. Oradan televizyona geçiyor ama için mutfak tarafına. Derken dizilerde oynuyor. Ama ön plana çıkmak istemiyor o yıllarda. Türkiye önce onu Altan Ebulak’ın kızı, sonra Sevinç Erbulak’ın kardeşi ve en son Dağhan Külegeç’in annesi olarak tanıyor. 40 yaşında bir anda kendini Norveç’te buluyor. Bir Norveçli adama açık oluyor evlenip tekrar üniversiteye gidiyor. Üstüne bir de cafe açıyor. 11 yıl mutlu bir hayat sürüyor. Çok sevdiği Norveçli eşi Willy’sini pankreas kanserinden kaybedince, tekrar Türkiye’ye dönüyor. Bu sefer Türkiye’nin tek kadın stand-up’cısı olarak. Bir yıl önce Türkiye’ye yerleşen ve bu sefer tiyatro kariyerinde emin adımlarla yürümeye karar veren Ayşe Erbulak ile bol kahkaha dolu çok keyifli bir röportaj yaptık.

Stand-up yapmak nereden aklınıza geldi?

Ben aile arasında minder komiği gibiydim. Bizde bir toplantı oldu mu aile arası veya arkadaş arası hep “Ay onu Ayşe anlatsın. Ayağa kalkıp anlat o başımıza geleni” derlerdi. Her şey el kol hareketleri, mimikler. Yani kendi aramızda eğlenirdik. Eh tabii yıllar içinde bir birikim de oluyor. Tiyatro eğitimim var. Norveç’te tiyatroda oynadım. Aslında ilk defa Türkiye’de yapmıyorum. Norveç’te Norveçliler’e yaptım ama buna stand-up demeyelim, bir oyunun içerisinde 15 dakikalık kendime ait, Norveçliler’in monolog dediği bir gösteriydi. Yani oyunun içinde ben orada Norveçliler’e Türk kadını gözüyle Norveçliler’i anlatıyordum. Ve Norveççe. Çok çabuk öğrendim zaten, mecburen..

Norveç’te neler yaptınız?

Bir yandan tiyatro yaparken bir yandan da üniversiteye gittim gıda üzerine. Branşım catering’di. Gıda temeldi ama özellikle sunum, servis gibi. Sonra hızımı alamayıp bir cafe açtım orada. Smiley cafe and catering diye. Norveççe’de Simili diye okunuyor. Sonra pek çok şey yaşadım ve tekrar Türkiye’ye döndüm…

Peki stand- up nasıl başladı?

2010 yılında Beşiktaş Belediyesi‘nin ‘Ustalara Saygı’ etkinliği vardı. Bu etkinliklerden birinde de babamı andılar. Gecenin moderatörlüğünü yapmamı istediler. Cihan Demirci, o geceyle ilgili yazısında “Altan Abi’ye en çok benzeyen kişi stand-up tadında gecenin moderatörlüğünü üstlendi” dedi. Bu da “Acaba ben böyle bir şey yapabilir miyim?” dedirtti. Bir de geçen yıl Balıkesir Üniversitesi’ne davetliydik. Babamı yine stand-up tadında anlatmışım. Bir hoca neden bu işi yapmadığımı sordu. Yavaş yavaş ben de ciddi olarak bu işi düşünmeye başladım.

 Türkiye’de kadınlar neden stand-up yapmıyor?

Askerlik anıları yok kadınların o yüzden… Ben hep bunu söylüyorum. Askerlik anıları muhteşem bir şey, dinlemeye bayılıyorum. Stand up’ı profesyonelliğe dökmem de şöyle oldu. Bir gün Vedat Özdemiroğlu’nu dinlemeye gittim Hayal Bistro’ya. Beni sahneye çıkardı. 5 dakika konuştum. Pek hoşuma gitti. Ertesi hafta yine gittim. Vedat belki yine beni sahneye çıkarır diye. Nitekim öyle oldu. Böyle birkaç hafta üst üste gittim. Giderek sahnede kalma sürelerini uzatmaya başladım. Bir gün Vedat bana “Kesinlikle bu işi yalnız yapmalısın, ben sana koçluk yapacağım” dedi. Ustam derim Vedat’a. Beni finale hazırlayan insandır.

Sahnede neler anlatıyorsunuz?

Bir kere kadın erkek hikayeleri var. Bir kadının bir ilişki için, ilişkinin başlangıcında nasıl hazırlandığı, planlar yaptığı. O ilişkiyi nereden nereye hangi taktiklerle getirdiği, hedefleri… Kadın-erkek yalanları. Son zamanlarda hepimizi çok sosyal olduğumuza inandırıp aslında antisosyalliğe iten sosyal paylaşım sitelerini… Tamamen özgün metin. Ben hazırlıyorum.

Farklı dallarda farklı işler yapmışsınız. Gazetecilik, televizyonculuk, rehberlik, ikinci üniversite, restoran…

Ben biraz kumarbazım galiba. Ama tabii çok ağır bir travma da geçirdim. Willy’yi kaybederken. Bize verilen bir süre var yaşamak için. Ama biz bilmiyoruz. Açıkçası ot gibi yaşamak istemiyorum. Willy sosyal olanakların tıbbın en ileri olduğu ülkede kansere yakalandı. Birisi 70 yaşında öldü mü “A ne kadar erken öldü” dedikleri bir ülkede biz Willy’yi 52 yaşında kaybettik. Babası 89 yaşında sağlam ve dinç. Annesi 80 yaşında son derece sağlıklı. Hayatta hiçbir şeyin garantisi yok. Sadece oğlum Dağhan için istemediğim bir şeyi yaparım.

Tuttuğunu koparan bir kadın imajı çiziyorsunuz.
Evet herkes beni böyle görüyor. Aslında öyle değilim. Mesela bana “Nasıl yetişiyorsun bu kadar işi” diye soruyorlar. Şöyle yetişiyorum: Bir kere evde ev işi yapmıyorum. Ara sıra gelen yardımcım yapıyor. Deli gibi yemek yapmam evde, canım bir şeyi çok isterse annemden isterim o yapar getirir. Küçük çocuğum yok sorumluluğu bende olan. Uğraşmak zorunda olduğum bir eşim veya partnerim yok. Dolasıyla bunlar çok zaman alan şeyler. Enerjimi bunlara vermiyorum. Tamamen yaptığım işlere odaklanıyorum. Stand-up var, hafta içi her gün televizyon programı var, bir de hafta sonu tiyatro başlayacak. Tiyatro Caniko’da.

Elektronik merakı da babadan geçti diyorlar sizin için
Evet onu da babamdan almışım. Elektronik hastalığım var. Ailede bu konuda en ilgili benim. Çok yakından takip ediyorum. Cep telefonlarını, bilgisayarları. Gelişmeleri kaçırmam, almak ve kullanmak isterim. Yaparım da. İnterneti de öyle kullanırım.

Bir de fotoğraf çekme merakı var
O da babadan geçme. Genetik herhalde. Bunun açıklanabilir bir tarafı yok. Ailede babama en çok tip olarak benzeyen benim. Huy ve böyle meraklar açısından da. Seviyorum. Yeni bir şey gördüğüm zaman hoşuma giderse almak, denemek istiyorum. Fotoğraf kursuna gidiyorum. Yine soruyorlar hangi araya sıkıştırıyorsun diye. Bir kadın düşünün çamaşır yıkıyor, evi temizliyor, alışveriş yapıyor, yemek yapıyor. Ben bunları yapmıyorum. Öyle evde halayıklar da yok. İki haftada bir biri geliyor ve bunları toparlıyor benim için. Dolasıyla ben enerjimi bunlara vermiyorum. Bunlara verdiğim zamanlar da oldu ama. Şu anda vermiyorum. Mart ayında tiyatro da başlayacak haftada iki gün. Markete gitmek gibi. Markete gitmeyeceğim de tiyatroya gideceğim.

Burada da restoran veya cafe gibi bir işletme açmayı düşünüyor musunuz?
Yok düşünmüyorum. İşte o çok büyük enerji alır. Bir cafe açmak insanın yeniden çocuk doğurması gibi bir şeydir. Nasıl bir kadın çocuk doğurduğunda ayakları üzerine basana kadar hatta sürekli bakar. Hatta yeni bebeğine 24 saat vakit ayırıyorsa, geceleri uyumuyorsa cafe veya restoran açmak da aynı şey. Ben mesela geceleri rahat uyuyorum. Çünkü benim geceleri sorumluluğumda bir şey yok. Gece uykumu kaçıracak bir işle karşı karşıya değilim. Dolasılığıyla bir cafe açsam büyük sorumluluk almış olurum. Biz bunu Dağhan ile konuştuk.” Anne düşünür müsün?” dedi. Çok keyifli bir iş. Açıp da rayına girdikten sonra çok kolay. Ama 2 senedir bu aşamaya gelmesi ve o 2 sene sizin ömrünüzden 20 yıl alır. Norveç’te ben çok yıprandım bu konuda. Kaldı ki orada çok daha kolaydı. Daha az rekabet vardı. Türk usulünü Norveçlilere uyarladığım anda para akmaya başladı çünkü bilmedikleri bir şey. Burada herşey biliniyor. Burada bi Norveç cafesi açmayı düşündüm bir anlığına. Ama dediğim gibi tamamen yeni bir çocuk doğurmak kadar meşakkatli bir iş. Hani bunun hamileliği var, doğumu var, süt vermesi var. Zor iş yani. O benim harcım değil işte. O zaman bu işleri yapamazdım.

Dövmeler dikkatimi çekti. Dağhan’dan mı geçti bu merak?
Evet ama ilk Dağhan yaptırdı 18 yaşındayken. Ben ilk babamın imzasıyla başladım. Omzuma. Sonra koluma Dağhan’ın ismini yazdırdım. Bileğimde Willy’im W’si, bir de bacağımda babamın ben 14 yaşındayken çizdiği benim karikatürümün dövmesi var. Bu dövme hastalık. Bir tane yaptırdı mı arkası geliyor. Şu anda var mesela aklımda, dövme vaktim geldi diyorum. Babamın palyaço figüru var, şimdi onu yaptırmak istiyorum.

Çocukluğunuz nasıl geçti, sanatçı aile içinde eğlenceli olmuştur.
Aslında benim çocukluğum çok eğlenceli değildi sanılanın aksine. Yani şen şakrak bir çocukluk olmadı benimki. Çocukluğum hep yatılı okullarda geçti, ayrı anne babanın çocuğu olarak. Bu benim tek başıma hayata göğüs germemi ve ayakta durmamı sağladı. Ayakta kalmak için kalekurmamı ve kalenin yıkılmaması için güzel tuğlalar örmemi sağladı. Ama ayrı anne baba çocukları o kadar korkunç bir şey değil demek istiyorum. Ben öyleyim, benim çocuğum öyle. Yeğenim yani Sevinç’in çocuğu öyle. Ama önemli olan anneni babanın dost olması.

Ama çok güzel kararlar alıp uyguluyorsunuz. Mesela Norveç’e gitmeniz. Herkesin harcı değil böyle ülke değiştirmek bir anda.
Deli cesareti var bende. Ama o zamanki koşullar öyleydi. Başka şartlarda olsam belki gitmezdim. Norveç’e giderken çok tuz ve buzdum. Çok yıkılmıştım. Ben Norveç’e bir kutu tuz halinde gittim. Ama orada nurlar içinde ışıklar içinde yatsın Willy bana muhteşem bir yuva ve aile verdi. Muhteşem bir insan figürü sergiledi. Kısa sürdü ne yazık ki. Ama ondan çok şey öğrendim. 10. Evlilik yıldönümümüzü hastanede kutladık. Biraz da öncesi var 11 yıllık beraberlik ellerimde bitti. Ama bugün beni burada şurdan şuraya kimse götüremez yani. Bodrum’a bile gitmem. İstanbul’da oturmak istiyorum. İstanbul benim şehrim. Şu anda bu moddayım.

Bir anda herşeyi bırakıp ülke değiştirdiğinizde herkes şaşırmıştı. Hatta Dağhan ile 5 yıl önce röportaj yaparken  “Benim annem çılgındır, gitti Norveç’e yerleşti” demişti.
Tabi o sırada herkese çılgın gibi gelse de Dağhan’a dahi, hakikaten bir kutu tuz olarak gittim. Çok kırıktım. Çok kötü aldatılmıştım, dolandırılmıştım. Ülke terkettim ama Willy muhteşemdi, şartlar öyleydi. Willy o sırada helikopter gibi geldi. Tabii bu durumu bilmeyenler çılgınca bir hareket olarak gördü. Willy’yi kaybettikten sonra dönerken de herkes bana çılgınlık yapıyorsun dedi. Orada cafem vardı, evim vardı. Sosyal olanakları çok yüksek olan bir ülke. Refah var yani. Ama baktım ki hayat o değil. Aile yok. Willy yok. “Ben burada neden durayım ki” dedim. Willy’nin gidişi büyük boşluk yarattı. Geldim buraya. Öyle olması gerekti.

Dizi teklifi gelirse oynar mısınız?
Yok istemem. Çok vakit alıyor, rating kaygısı var gerginlik yapıyor. O çok ayrı bir şey. Ama sitcom olursa rol almak isterim. Öyle bir hayalim var.

—————————————————————————

Kim bu Erbulaklar? Biz Altan Erbulak ile büyüdük. Karikatürleriyle, tiyatro oyunlarıyla, filmleriyle, televizyon şovlarıyla, skeçleriyle… Çok severdik onu. Güldürürdü bizi. Hem gazeteciydi hem tiyatrocu.  Yok yoktu onda, 10 parmağında 10 marifet olan bir sanatçıydı. Eşi Füsun da tiyatrocu ve oyuncu. Kızı Sevinç çizgiyi bozmadı, dizilerde rol alıyor. Torun Dağhan da aile geleneğini bozmadı ve oyuncu oldu. Hepsi şöhret, hepsi kendi döneminin popüler oyuncuları. Ayşe de artık oyunculuk konusunda kararlı. Yani tiyatro ve oyunculuk bu ailenin DNA’larına işlemiş adeta.

(17 Nisan 2011 Posta Gazetesi – Figen Onur)