Bilgi ÇağıEditörün SeçimiYazılar

Yaşasın sansürsüz basın

24 Temmuz Türkiye’de Basın Bayramı… Bu yıl sansürün kaldırılışının da 105. Yıldönümü… Burada duruyorum ve ne yazacağımı düşünüyorum. Bilgisayarın ekranıyla bakışıp duruyoruz. Ben boş sayfaya soruyorum: “Basında sansür yok mu? Hiç mi yok? Ne kadar yok?”.

Saçmalamamak elimde değil… Sonra kendime sansür uygulamaya karar veriyorum. “Boş ver yazma” diyorum. Ama dayanamıyorum işte… Bu meslekte 30 yıldır içimde biriktirdiklerimi dışa vuracağım artık.

Kongo ve Şili kadar özgürüz

Dünya genelinde basın özgürlüğünde 120. sıradayız. Bu durumda basın özgürlüğü var demek başka saçmalık olacak. Çünkü Freedom House’un her yıl yaptığı araştırmaya göre Türkiye “Basının kısmen özgür” olduğu ülkeler statüsünde. Kongo, Fiji, Liberya, Makedonya ve Seyşeller ile birlikte 120. sırayı paylaşıyoruz…

Özgür değiliz işte… Özgür değilsek de bal gibi sansür var… Sansür 105 yıl önce kaldırıldı ama tekrar ne zaman devreye girdi nasıl girdi hatırlamıyorum. Alıştıra alıştıra bugüne geldik işte. “Sansür yok, sağduyulu davranıyoruz” bahanesi kabul edilebilir değil. Gerçekleri bilmek her insanın hakkı… Yani en azından öyle olmalı.

Ben basının taraf tutmasına da karşıyım. Medya kuruluşlarının birkaç patronun elinde toplanmasına da… Hatta parti ve takım bile tutmamalı ki gazeteci tarafsız yazabilsin. Peki birazcık tutsun ama fanatik olmasın, kendine saklasın. Çok zor değil mi? Aslında değil ama… Bir zamanlar basından dördüncü kuvvet diye bahsederdik. Şimdi kaçıncı?

Her Yerde Aynı Haber

Gazete okumak da çok zevksiz hale geldi. Kusura bakmasın meslektaşlarım. Gazetelerin adları logoları farklı ama sayfa düzenleri, haberlerin kullanıldığı yerler, resimler başlıklar bile aynı sanki. Bir tek yazarların ismi ve resmi değişik…

Eskiden özel haber veya atlatma haber için uğraşırdık, yarışırdık. Şimdi gazeteler, televizyonlar, internet haber siteleri ajans haberciliği yapıyor. Rutin gündemi takip ediyor. Genelde ajans haberlerini kullanıyor. “Kopyala yapıştır” özetle… Yeni nesil kusura bakmasın, gazeteciliği ajanslardan gelen haberleri derlemek, basın toplantısına gidip bülteni yazmak olarak biliyor artık… İstisnalar kaideyi bozmaz, gerçek gazeteci ruhu olanlar alınmasın. Araştırmacı gazetecilik mazide kaldı… Sabah toplantılarında bize sorarlardı “Peki özel haber olarak ne önerin var?”. Şimdi de “O yazmış biz de yazalım…” Zaten araştırıp yazsa, atlatma haber hazırlasa nerede yayınlanacak ki?

En az kazandıran mesleklerden

Evet… Her zaman da öyle oldu. Aynı zaman da en nankör mesleklerden biridir bizimkisi. Hem çok iyi, yetenekli, bilgili, dolu dolu olacaksın. Hem de az kazanacaksın.  Üst yöneticiler hariç hiçbir gazeteci zengin olamamıştır. Ailesi varlıklı değilse tabii. Kadroya girmek, basın sözleşmesi yapmak için yıllarca bekleyenleri bilirim. Çok zor şartlarda çalışırız biz ama gıkımız çıkmaz. Hafta sonu, bayram, yılbaşı, tatil bilmeyiz. Çocuklarının en önemli günlerini kaçırmıştır arkadaşlarım. İş yüzünden ailelerinin yanında olamamıştır çoğu zaman. Gecenin bir yarısı evine yatmaya gidip, sabahın ilk ışıklarıyla yeniden yollara atmıştır kendini.

Belirli dönemlerde toplu işten çıkarılmalar olur nedendir bilinmez. Ama öncesi fısıltı gazetesinde yayılan dedikodulardır en ağır olan. Hep birilerinin ismi geçer, herkes günlerce diken üstündedir. Çoğu isim de tutar, ne enteresan değil mi? Birkaç ay içinde daha fazlası işe alınır. “Ekonomik sıkıntı” bahane gösterilir ama biz biliriz kan tazeleme olduğunu. Çok da iyi olsan yönetimden birileri senden rahatsızdır, ya da yönetime yakın iş arkadaşların. Defterini dürüverirler. Gazeteciler Sendikası zaten yıllar önce pasifize edildi. Kim neye itiraz edecek ki? Bir de korku vardır. “Kanuni hakkımı ararsam bir daha fırsat olursa buraya giremem” veya “Mimlenirim beni başka yer almaz”. Sonuçta ekmek kaygısı…

Medya kuruluşlarının birkaç medya patronunun elinde toplanması da iş alanını daralttıkça daralttı. Havuz sistemi oluştu. Yazılar ortak, resimler ortak. Çek al havuzdan. Bir kuruluşa ait 3 gazete varsa personel sayısı da azalır. En kaba hesap üç kişinin ikisi işsiz demektir… Zaten son yıllarda zihniyet şu: Çok iyi olmasın, genç olsun az para alsın yeter. Hatta stajyerlerle idare edelim. Bu nedenle çok kıymetli kalemler henüz 40’ında uzak kalmıştır mesleğinden. Halbuki en verimli çağlarında el üstünde tutulmaları gerekmez mi?

Ve hiçbir gazeteci yaşlılıktan ölmez… Kalp, kanser ve beyin kanamasıdır arkadaşlarımızı erkenden aramızdan alan… Bilin bakalım neden?

Basın gezi olaylarında sınıfta kaldı

Bu benim görüşüm değil, rakamlar bunu söylüyor. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın verilerine göre 27 Mayıs’tan beri 22 gazeteci işten çıkarılmış, 14 gazeteci zorunlu izine gönderilmiş, 37 de istifa var (Bence çoğu istifaya zorlandı). Devamı da gelecek gibi görünüyor.

Burada üzücü olan herkesin gazetecilere tepkili olması. “Haber yapmıyorsun” dediler kızdılar. Bir yandan da Haber yapana da kızdılar… Şamar oğlanına döndü medya, gelen giden vuruyor. Nerede 4. kuvvet nerede itibar? Hepsi mazide kaldı.

Gazeteciye saygı azalmaya başladığında basının da gücü de azalmaya başladı bence. Basın mensubunun gücü ve saygınlığı besler basını… Kendi çalışanlarının gücüyle güçlenir basın kuruluşu. Belki bir gün tekrar eski gücümüzü kazanırız, özgürlük listesinde yükseldikçe. Belki bir gün… Yeniden saygı görürüz…

“Sen bu satırları yazıyorsun özgürsün demek ki” diyebilirsiniz, yukarıda yazdım zaten. Türkiye’de basın kısmen özgür… O kısımdaki kontenjan hakkımı kullanıyorum.

(24 Temmuz 2013 Çarşamba, Bilgi Çağı – Figen Onur)